4 Mart 2013 Pazartesi
Arı Ürünlerinde Kalıntı Sorunu
Gıdalarda bulunan kalıntının birçok tanımı bulunmakla birlikte
yasal mevzuatımızda kalıntı; şu şekilde: “Gıdada, tarım ürünlerinde
veya bitkilerde, toprakta, suda veya diğer çevresel bileşenlerde,
kullanımına izin verilen bir kimyasal üründeki aktif bileşenlerin
ve/veya türevleriyle birlikte parçalanma ürünleri ve metabolitleri
kalıntısını “(1) ifade edilir.
Gıda ürünlerinde bulunan kalıntı maalesef ülkemizde öteden
beri var olan bir problem olup insan sağlığını ve ülke ekonomisini
olumsuz yönde etkilemektedir. Hayvansal orijinli gıdaların güvenliğinden
emin olmak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Koruma
ve Kontrol Genel Müdürlüğü ve yetkilendirilmiş analiz laboratuarları
yıllık olarak bir kalıntı izleme programı uygulamaktadırlar.
Bu programların uygulanmasında AB Mevzuatı ve Konsey Kararları
da göz önüne alınarak uyumlaştırılmış olan Türk mevzuatı uygulanmaktadır.
Türk Gıda Kodeksi 2005/49 sayılı Bal Tebliğinde ballar tanımlanırken,
“bal saf ve doğal olmalı, hiçbir katkı maddesi veya kalıntı
içermemelidir “(2) denilmektedir.
Yine aynı tebliğde “Bala gıda katkı maddeleri de dahil olmak
üzere dışarıdan hiçbir madde katılamaz, bal doğal bileşiminde
bulunmayan organik ve/veya inorganik maddelerden ari olmalıdır”
denilmektedir. Fakat saf ve doğal olması, hiçbir katkı maddesi
veya kalıntı içermemesi istenen ballarda kalıntı sorunu yoğun bir
şekilde kendini hissettirmektedir.
Arı ürünlerine kalıntı iki şekilde bulaşmaktadır:
1. Çevresel faktörlerin etkisiyle oluşan bulaşmalar
2. Arıcılık Faaliyetlerinde yürütülürken oluşan bulaşmalar
Çevresel faktörler doğrudan arıcılıkla ilgili olmadığı halde
sonuçları arı ürünlerini etkilemekte ve kalıntıya neden olmaktadır.
Çevresel faktörlerden arı ürünlerine olan bulaşma iki şekilde olmaktadır:
1.Kalıntı etmenleri hava ve suya bulaşırlar oradan da arılara bulaşarak
kovana girerler ve arı ürünlerine bulaşırlar.
2.Hava, su ve toprak yoluyla önce bitkilere bulaşır. Arılar nektar
toplarken bu bitkileri uğradığında arılara bulaşırlar ve sonunda arı
ürünlerine bulaşırlar.
Çevresel faktörleri tarımsal faktörler ve tarımsal olmayan
faktörler olarak ikiye ayırabiliriz.
Ağır Metaller
Bal arıları nektar ve salgı toplama sırasında çok geniş yüzeylerle
temas ederler. Ağır metallerle kirlenmiş yüzeylere temas eden
arılar bu kirlilikleri kovana ve ürünlerine taşırlar. Ağır metaller atmosferden
arıların kılları üzerinde taşınabildiği gibi; polen, su, nektar
veya salgı balları ile de kovana taşınabilmektedir. Özellikle endüstriyel
alanlar ve karayollarına yakın bölgelerden toplanan ballarda
Cd, Fe, Cu, Mn, Mg, Al, Ba, Ca, Cu, Mg, Ni ve S başta olmak üzere
pek çok elemente rastlanmıştır (3-4).
Ağır metal kalıntıları en çok zararı arılara verir. Eğer ağır metal
kalıntısı yüksek düzeyde ise arı ölümleri olabilir. Kalıntı düzeyi
arıları öldürmeyecek düzeyde ise kovana ve diğer arı ürünlerine bulaşır.
Yüksek miktarda ağır metal kalıntısı olması durumunda arılar
kovana varamadan öldükleri için, bu kalıntı arılar tarafından filtre
edilmiş olur. Yani bir anlamda arılar bir sigorta gibi görev yapmış
olurlar. Arılardan sonra ağır metal kalıntısına en fazla propolisde
rastlanır. Daha sonra ise sırasıyla bal mumu ve bal ağır metal kalıntısına
maruz kalmaktadır.
Gıda yoluyla yüksek miktarda alınan çeşitli ağır metaller zehirlenmelere,
dolaşım ve iskelet sisteminin bozulmasına, hipertansiyona,
duyma zorluğuna, anemiye, böbrek hastalıklarına, zekâ
kaybına, sinir sistemi bozukluklarına, böbrek fonksiyonlarında zayıflamaya
ve hatta ölümlere neden olmaktadır.
Ağır metallerin zararlı etkilerinden korunmak için arılık yeri
seçilirken ana yollardan ve sanayi tesislerinden uzak yerler tercih
edilmelidir. Ayrıca arıcılıkta kullanılan ve bal ile temas eden tüm
aletlerin bala kalıntı bırakmayan maddelerden seçilmesine özen
gösterilmelidir. Mümkünse paslanmaz çelikten aletler kullanılmalıdır.
Hastalık Yapıcı Mikroorganizmalar
Türk Gıda Kodeksi Bal tebliğinde:“İnsan sağlığını tehdit eden
hiçbir patojen mikroorganizma, parazit ve/veya parazit yumurtası
bulunamaz, Clostridium botulinum bulunamaz,” ifadeleri yer almaktadır.
Aslında balın doğal yapısı da içerisinde organizma yaşamasına
çoğu zaman izin vermez. Çünkü bal çok düşük su aktivitesi
nedeniyle mikroorganizmaların yaşaması ve gelişmesi için elverişli
bir ortam değildir. E. coli, Enterobacter aerogenes, S.aureus vb.
patojen bakteri ve Candida albicans üzerinde yapılan çalışma sonucunda,
patojen bakterilerden 12’sinin bal ile inhibe edildiği, ancak
Candida albicans’ın inhibe edilemediği kaydedilmiştir (5)
Yapılan araştırmalarda çok az sayıda mikroorganizmanın kısıtlı
bir süre de olsa balda yaşadığı tespit edilmiştir. Özellikle Clostridum
Botulinum sporları bal içinde yaşayabilir fakat toksin oluşturmaz.
Erişkin için tehlikesiz olan sayıdaki bu bakteriler süt çocuklarının
bağırsaklarında yuvalanarak aktif hale geçer ve sinir felcine neden
olan toksinler üretebilmektedir. Bu nedenle ilk 6 ay bebekleri
kesin olarak baldan uzak tutmak gerekir, ama daha güvenlisi 2 yaşına
kadar çocuğu baldan uzak tutmak iyi bir koruyucu önlem olacaktır.
Genetiği Değiştirilmiş Bitkiler-Organizmalar
Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi
doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla
elde edilen canlı organizmalara “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar”,
kısaca GDO adı verilmektedir. ABD’de GDO’lu ürünler kabul
görürken AB ülkelerinde ihtiyatla karşılanmaktadır. Belirli bir
eşik değere kadar izin verilmektedir, bu eşik değeri aşarsa etiketinde
GDO’lu şeklinde belirtilmesi gerekmektedir.
Genetiği değiştirilmiş bitkilerden mısır ve kolza arılar ve
arıcılar için problemlere yol açmaktadır. Özellikle de polen GDO’lu
ürünler yönünden risk altındadır. Çünkü GDO’lu bitkilerin polenleri
de GDO’lu olmaktadır. Tarladan 5-10 km çevreye yayılan bu polenler
arılar tarafından toplandığında GDO içeren polenler diğer polenlerle
karışmaktadır. Böylece bilmeden GDO’lu polenler tüketilmektedir.
GDO’lu ürünler tarımsal verimi artırması ve tarım ilacına ihtiyaç
duyulmaması gibi avantajları nedeniyle tercih edilmektedir.
Alerjik reaksiyona neden olmaları, antibiyotiklerin etkisini azaltmaları
ve toksik etkiye neden olmaları gibi bilinen yan etkileri yanında,
karmaşık mekanizmaları ve uzun yıllar süren araştırmaların yapılmaması
nedeniyle tüm yan etkilerinin neler olduğu tam olarak bilinmemektedir.
Diğer Bulaşanlar
Radyoaktif bulaşmanın arılar ve arı ürünleri için bir problem
olmadığı bildirilmektedir (6). Diğer organik kimyasallar arasında ise
PCB (polychlorinated biphenyls) sayılabilir. Bu kimyasal 1980 yılından
önce soğutucu ve yağlayıcı olarak kullanılmaktaydı. Günümüzde
kullanılmamasına rağmen halen çevrede bulunmakta ve gıdalara
bulaşabilmektedir. Özellikle balmumunda yüksek oranda bulunmuştur.
Baldaki oranı ise güvenilir seviyelerdedir (7-8).
Buraya kadar olan kısımda tarımda kullanılmayan uygulamaların
neden olduğu ağır metaller, mikroorganizmalar ve GDO’lu
bitkiler gibi bulaşanların neden olduğu kalıntı kaynaklarını inceledik.
Buradan sonraki kısımda tarım uygulamalarının neden olduğu
kalıntılar üzerinde durulacaktır.
Tarımsal Kaynaklı Olanlar
En büyük tarımsal kalıntı nedeni pestisitlerdir. Pestisitler, tarımsal
zararlıların kontrolünde ya da önlenmesinde kullanılan madde
veya maddelerin karışımıdır. Üründe hasat öncesi ve sonrası koruma
sağlarlar. Ancak avantajları olduğu gibi bu pestisit uygulamaları,
beraberinde bazı olumsuzlukları da getirmektedir.
Pestisidler, topraktan sızma yolu ile yer altı sularına ve buharlaşma
ile atmosfere karışarak uygulama alanı dışındaki ortamlara
zarar verebilir. Rüzgar ve su yoluyla bitkilere ve arılara bulaşan
pestisit kalıntıları bal arılarını da olumsuz etkilemekte, arı ürünlerinde
birikim yapmakta dolayısıyla insan sağlığı açısından da önemli
bir risk faktörü oluşturmaktadır. Özellikle arıların doğadan toplamış
oldukları polenler, pestisitler açısından bala göre daha risklidir.
Pestisitler arılara da toksik etki yapmakta ve ölümlerine neden
olmaktadır. Eğer pestisit oranı çok yüksek olursa arılar kovanlarına
ulaşamadan ölmektedirler. Arı kaybıyla sonuçlanan bu durum
belki de insan sağlığını etkileyecek daha büyük felaketlerin önlenmesini
sağlamaktadır.
Yağ dokularında biriken pestisitler kanser yapıcı, karaciğer
yıpratıcı, böbrek fonksiyonlarını bozucu etkiler gösterirler. Bir kısmı
ise vücutta birikmediği halde sinir hücrelerinde yaptığı tahribat sonucu
unutkanlık, düşüncede yavaşlama, sinir kas koordinasyonlarında
bozukluk ve öğrenme güçlüğüne neden olur.
Laboratuar testlerinden geçirilmemiş, arı ve insan sağlığı
üzerinde olumsuz etkisi olan kimyasal maddeler kullanılmamalıdır.
İlaç kullanımı zorunlu ise arılara toksisitesi düşük, çabuk parçalanabilen
ve uygun formülasyondaki ilaçlar tercih edilmelidir. Yapılan
araştırmalarda aynı ilacı toz formülasyonda kullanmanın sıvıya
oranla altı kat daha fazla arı zayiatına neden olduğu belirtilmektedir.
Bunda en önemli neden arının vücut kıllarının toz zerreciklerini
tutabilecek yapıda olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca sıvı
ilaçlara çözücü ve yağlı maddelerin katılması, yapıştırıcıların ilavesi,
arılara olan toksisiteyi kısmen de olsa düşürmektedir. Sıvı olarak
atılan ilaçlarda partiküllerin küçük olması, yine arılara olan olumsuz
etkinin daha düşük oranda olmasına olanak sağlamaktadır.
İlaçlama yapılmadan önce mutlaka çevredeki arıcılar haberdar
edilmeli ve gerekli önlemleri almalarına olanak tanınmalıdır.
İlaçlar mutlaka tarif edildiği şekilde ve uygun dozda kullanılmalıdır.
Bal hasatı döneminde kesinlikle ilaçlama yapılmamalı yapılacaksa
da arıların kovana döndükleri tercihen akşam saatlerinde yapılmalıdır.
Havadan ilaçlama yerine yer aletleri tercih edilmelidir.
Arılık yerinin seçimine özen gösterilmeli ve olanaklar ölçüsünde
yoğun ilaçlamaların yapıldığı alanlardan uzak olması sağlanmalıdır.
Eğer arılıkların bulunduğu alanda ilaçlama yapıldı ise gerekli
tedbirler alınmalıdır. Yapılan araştırmalar, kovanların 48 saate kadar
kapatılmasının mümkün olduğunu ortaya koymuştur. Bu esnada
arıların susuz kalmalarını önlemek için aynı araştırıcılar, Hint kenevirinden
yapılmış çuvallardan yararlanılabileceğini vurgulamaktadırlar
(9).
Kimyasal mücadele en son çare olarak düşünmeli, biyolojik mücadeleye
öncelik tanınmalı planlı programlı tarıma yönelmelidir.
Yanlış Uygulanan Arıcılık Faaliyetleri Sonucu Oluşan Kalıntı
Bal arısı hastalık ve zararlılarıyla mücadele için arıcılıkta tedavi
amacıyla kullanılan ilaçların birçoğunun arı sağlığına olumlu etkileri
yanında, arı ürünlerinde kalıntı bırakabildikleri ya da arı sağlığını
olumsuz açıdan etkiledikleri araştırmalarla ortaya konmuştur.
Bu kalıntı kaynakları şu başlıklar altında incelenebilir:
• Akarisitler
• Organik asitler
• Antibiyotikler
• Naftalin
• Diğer Arıcılık Uygulamaları
Akarisitler
Akarların (Mite) kontrolünde kullanılan kimyasal ilaçlara verilen
isimdir. Arı ürünlerinde Akarisitler arı ürünlerindeki en önemli
bulaşma kaynaklarıdır. Sentetik olanlar Balmumunda uzun süre
parçalanmadan kalırlar. Balmumunda birikirler, oradan da daha az
miktarlarda da olsa bala geçerler.
Yapılan çalışmalarda en çok akarisit birikiminin yavrulu çerçevelerde
olduğu daha sonra sırasıyla ballı çerçeveler ve balda bulunduğu
bulunmuştur. Aynı şartlarda yapılan akarisit denemelerinde
farklı ilaçların farklı oranlarda kalıntı bıraktığı saptanmıştır. Bu
nedenle ilaç kullanırken en az kalıntı bırakan veya mümkünse hiç
kalıntı bırakmayan etken maddeli ilaçlar tercih edilmelidir.
Organik Asitler
Kalıntı problemini aşmak için organik asitler ve esansiyel
yağlar kullanılma yoluna gidilmiştir. Bu amaçla kekik yağı, formik
asit, oksalik asit içeren ticari formülasyonlar piyasaya sürülmüştür.
Bu kimyasallar belirtilen miktarda ve sürede kullanılırsa insan sağlığını
olumsuz etkileyecek kalıntı bırakmaz. Fakat aşırı kullanılırsa
balın tadında istenmeyen değişikliklere neden olabilir.
Antibiyotik Kalıntısı
Antibiyotiklerin arıcılıkta antibiyotik kullanımı yasaklanmıştır.
Daha önceleri Amerikan Yavru Çürüklüğü hastalığına karşı kullanılan
antibiyotikler balda kalıntı bıraktığı için kullanımdan kaldırılmıştır.
Fakat yine de arıcılarımızın bir kısmının yasak olmasına rağmen
antibiyotik kullandığı saptanmıştır.
Enstitümüzde tamamlanan projenin sonunda, Karadeniz
Bölgesi petekli ballarının genel olarak antibiyotik kalıntısı yönünden
FAO/WHO CODEX, EU standartları ve TGK bal tebliğine uygun olmadığı,
balın petekli olarak tüketilmesi ile antibiyotik riskinin yaklaşık
2 kat arttığı, bölge arıcılarının koloni yönetimi, hastalık ve zararlılarla
mücadele konularında bilgi açığı olduğu sonucuna varılmıştır
(10).
Antibiyotik kullanımı, kalıntı sorununa sebep olmanın yanı
sıra, arıların bağışıklık sistemini zayıflatmakta ve hastalık yapıcı
bakterilerin antibiyotiklere direnç kazanmasına sebep olmaktadır.
Ayrıca yapılan çalışmalarda arıcılıkta da bir dönem kullanılan sülfonamidlerin
fare ve sıçanlarda özellikle tiroid bezinde büyüme ve tümör
sıklığında artışa sebep olduğu belirtilmektedir (11).
İnsan sağlığına ve arılara zararları yukarıda anlatılmış olan
ve arıcılıkta kullanımı yasaklanmış olan antibiyotik grubu ilaçların
kesinlikle arı hastalıklarında kullanılmaması gerekmektedir.
Naftalin Kalıntısı
Varroanın ülkemize girdiği ilk yıllarda yaşanan olumsuzluktan arıcılığımızın
en az düzeyde etkilenmesi için naftalin başta olmak üze-re pek çok ilacın varroaya karşı etkinliği araştırılmış ve arıcıya önerilerde
bulunulmuştur. Ancak aradan geçen zaman içerisinde bal arısı
kolonilerinde mum güvesine ve varroaya karşı naftalin kullanımının
bal ve balmumunda kalıntı oluşturarak kanserojen etkide bulunduğu
ortaya çıkmıştır.
Naftalinin uzun süre ya da aşırı solunması sonucu kırmızı kan
hücrelerine zarar verir.
Bitkinlik, halsizlik, solgun beniz gibi belirtileri olan kansızlık
rahatsızlığı baş gösterebilir. Ayrıca mide bulantısı, baş dönmesi,
kusma, bayılma, ciğerlerde hasar meydana getirebilir. Sadece solunum
yoluyla değil temas edilmesi durumunda cilt ile de vücuda
geçe bilir ve çeşitli zararlar meydana getirebilir.
Kullanımı yasak olan ve insan sağlığını tehdit eden naftalin,
arıcılar ve temel petek üreten firmalar tarafından bal mumu güvesi
mücadelesinde kesinlikle kullanılmamalıdır. Bunun yerine kükürt
ile müdahale ve soğuk hava uygulaması gibi alternatif koruma metotları
uygulanmalıdır.
Eski petekler hastalık etmenlerini taşıyabileceklerinden en
iyisi, diğer bazı ülkelerde olduğu gibi, bu tür petekleri sadece bir
yıl kullanılmasıdır. Mum güvesine karşı diğer bir korunma metodu
ise Bacillus thuringiensis adlı bakteriyle yapılan biyolojik mücadele
şeklidir.
Diğer Arıcılık Uygulamaları
Uygun olmayan boyaların ve kimyasalların kovan imalatında
kullanılması arı ürünlerinde kalıntıya neden olan diğer bir etkendir.
Yine bal hasadı sırasında körük dumanının çok fazla kullanılması
balda istenmeyen tat ve koku değişikliklerine neden olmaktadır.
Şurup verme ve bal hasadı sırasında çelik kazanlar kullanılmazsa
buradan da bala kalıntı geçmektedir.
Sonuç
Görüldüğü üzere arıcılıktaki kalıntının asıl nedeni çevresel
etkilerden çok arıcılık sırasında yapılan yanlış uygulamalardır. Arıcının
biraz daha dikkatli olmasıyla bu kalıntıların birçoğu önlenebilir.
Baldaki kalıntının en büyük nedeni kullanılan antibiyotiklerdir. Kullanılan
akarisitler ise daha çok balmumu ve propolisde birikmektedir.
Polen kalitesi ise pestisitler tarafından risk altındadır.
Doğru ve etkili tedavi için öncelikle hastalık ve zararlıların
doğru tespiti çok önemlidir. Bu tespitle beraber doğru kimyasal ilaç
ile mücadeleye başlanması gerekmektedir. Aşırı dozda ve uzmana
danışmadan ilaç kullanılması önlenmelidir. Son ilaçlama ile hasat
arasında süreye dikkat edilmelidir.
Arıcılık sektöründe uygun kimyasal ilaçlarla mücadele yönteminin
yanı sıra; bitkisel kaynaklı mücadele yöntemi, biyolojik
kontrol yöntemleri ile hastalık ve zararlılara karşı dayanıklı bal arısı
ırklarının geliştirilmesi çalışmalarına da gereken önem gösterilmelidir.
Organik arıcılık ve bal üretimi teşvik edilmelidir
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder