2 Mart 2013 Cumartesi

BAL ARISI, BİYOÇEŞİTLİLİK VE KORUMA ÇALIŞMALARI


Çeşitli tür ve ırkların, ülkeler ekonomisi
üzerine önemli roller oynadığı düşünülmekte ve
bu olanağın kullanılmasına yönelik planlar yapılmaktadır.
20. yüzyılın ortalarında tarım alanında
gerçekleşen endüstrileşmeye paralel olarak, çeşitli
tür ve ırklar lehine yapılan seleksiyon çalışmalarının
artması sonucu pek çok tür ve ırk yok olma tehdidi
altında bulunmaktadır.
Bir çok Dünya ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de
yüksek bal üretimi için lokal adaptasyon göz ardı
edildi. Özellikle hızla gelişen göçer arıcılık, lokal alt
türlerin yok olma sürecinde etkili bir diğer faktör
olurken, ticari ana arı yetiştiriciliğinin de yaygınlaşması
sonucu hem lokal alt türler hem de genetik
çeşitlilik hızla yok olma sürecine girdi
. Bu bakımdan
lokal türler, ırklar ve genotiplerin korunması
ve populasyonlarda varolan genetik çeşitliliğin
artırılması hem sosyoekonomik hem de ekolojik
dengenin korunması açılarından son derece gerekli
görülmektedir.
Birbirinden farklı genetik yapıdaki bireyler
hastalıklara direnç, kışlama yeteneği, hijyen davranışı,
verim kabiliyeti, savunma davranışı ve daha
bir çok özellikleri bakımından farklılık gösterirler.
Gelecekte savaşlar, politik değişikliklerin etkileri,
iklim değişiklikleri, parazit ve hastalık etkenlerindeki
mutasyonlar vb. ihtimalleri tahmin etmek imkansız
olduğundan hangi karakterlerin potansiyel
değere sahip olacağını da şimdiden tespit etmek
imkansızdır. Koruma devam ettiği sürece elimizde
kullanılmak üzere canlı materyal her an hazır olacak
ve bu ırkların nesli tükenmemiş olacaktır.
Biyoçeşitlilik bakımından Türkiye çok zengin
bir ülkedir. Yetkililer Avrupa birliğine girmemiz
halinde Avrupa’nın biyoçeşitliliğinin iki katına çıkacağını
söylüyorlar. Tarihte göçlere maruz kalan
Türkiye topraklarındaki hayvan ırklarının büyük
bir çoğunluğu Türkler ile birlikte Orta Asya’dan
gelmiştir. Bu türlerin bir bölümü de Anadolu’dan
Avrupa’ya gitmiştir. Avrupa’daki pek çok hayvan
türünün Türkiye’ye özgü olduğu bilinmektedir.
Ancak hayvanlarımızın bize ait olduğunu bilimsel
olarak tescillediğimiz zaman kanıtlayabiliriz. Unutulmamalıdır
ki Türkiye’nin arıcılıkta hak ettiği konuma
gelmesindeki en önemli silahı genetik çeşitliliğidir.
Doğa ne kadar cömert olursa olsun doğadan
yararlanma derecesi arı kolonilerinin kimi kalıtsal
özelliklerine bağlıdır. Nitelikli ırk özellikleriyle
bal verim düzeyi arasındaki pozitif ilişki de göz ardı
edilemez. Bunlar arasında ana arının yumurtlama
düzeyi, işçi arılarının nektar polen ve propolis
toplama ve yavru yetiştirme etkinliği, oğul verme
eğilimi, hastalık ve zararlılara direnç, savunma davranışları
gibi özellikler sayılabilir. Avrupa ülkelerinde
olduğu gibi ülkemizde mevcut ırklar bu özelliklerin
biri veya birkaçı yönünden ıslah edilmelidir.
Mevcut genetik çeşitliliğimizi belirleyerek, koruma
altına almak ıslah ve melezleme çalışmalarının temelini
oluşturur. Aksi takdirde gerek göçer arıcılık
gerek çevresel kirlenme bu çeşitliliği yok edecek
ve elimizde ıslah amacıyla kullanacağımız genetik
materyal kalmayacaktır.
Doğal gen kaynaklarının önemi ve korunması
ile ilgili son yıllarda özellikle gelişmiş ülkelerde
çok sayıda çalışmalar yapılmakta ve desteklen

mektedir. TÜBİTAK tarafından hazırlanan VİZYON
2023 “Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikaları
2003-2023 Strateji Belgesi” (Anonim 2004a)’nde
konunun önemi “Hayvan ıslahında moleküler biyoloji
ve biyoteknolojik yöntemlerin kullanılması ile
ekonomik değeri yüksek hayvanların geliştirilmesi,
yaban ve evcil hayvan gen kaynaklarımızın korunması
ve genetik olarak tanımlanması, bu alanda
çalışan insan kaynaklarının geliştirilmesi ve desteklenmesi”
olarak belirtilmiştir. Türkiye bal arısı
populasyonlarının yeni moleküler genetik tekniklerden
yararlanılarak DNA düzeyinde tanımlanması
bal arılarının gen kaynağı olarak koruma altına
alınması gerekmektedir.
Arıcıların en çok üzerinde durduğu konuların
başında yerli ırkların korunması gelmektedir.
Arıcılarımızdan bazıları yöreye uyumlu yerli ırkların
yok edildiğini, son yıllarda yoğun olarak kullanılan
Kafkas melezi ırkların da yöreye uyum gösteremediğini
bu nedenle bal veriminde önemli düşüşler
yaşandığını, kendi yörelerine uyumlu ırkların kullanımına
ağırlık verilmesi gerektiğini belirtmişlerdir
(Kekeçoğlu 2007, 2008). Bazıları da arıcı, üniversite
ve arıcılık enstitülerinin işbirliği ile yörelere uyumlu,
yüksek bal verimli, sakin arı ırklarının oluşturulması
ve üretilmesi için gerekli ıslah ve seleksiyon
çalışmalarının yapılmasından söz etmiştir. Fakat
iki görüşünde temel ortak noktası yerel ekolojilere
uyumlu ve yüksek bal verimli arı ırklarına olan
ihtiyaçtır. Daha önce belirttiğimiz gibi ıslah ve seleksiyon
çalışmalarında ana materyal yerli ırklar
olmalıdır. Dolayısıyla hem yerli ırkları korunması
hem de uyumlu ve yüksek verimli ırkların oluşturulması
için gerekli çalışmaların yapılması zorunlu
gözükmektedir.
Türkiye Asya, Avrupa ve Afrika kıtasının
kesişim noktasında bulunmaktadır. Farklı iklim, habitat
ve coğrafik koşulları içermesi nedeniyle çok
sayıda bitki ve hayvan türünün gen merkezidir. Bu
çeşitlilik ve zenginlik Türkiye bal arısı populasyonlarında
gözlenen farklılıkların da ana unsurudur.
Belirtilen bu faktörlerin bir sonucu olarak Türkiye
bal arısı populasyonlarının morfolojik ve ekolojik
veriler temelinde birbirlerinden oldukça farklılık
gösterdiği ve Anadolu coğrafyası üzerinde Anadolu
(A. m. anatoliaca), Kafkas (A. m. caucasica) ve
Meda (A. m. meda) bal arısı ırklarının var olduğu
bildirilmekle birlikte, kimi yayınlarda Trakya bölgesinde
Karniyol arısının (A. m. carnica), Güney Doğu
Anadolu’nun bazı illerinde de Suriye arısının (A.
m. syriaca) bulunduğuna ilişkin ifadelere rastlanılmaktadır.
Düzce’nin Yığılca ilçesi ve Kırklareli’nin
Kofçaz ilçesi gibi bazı yörelerden alınan örnekler
morfometrik bakımdan farklı bulunmuştur. Yapılan
incelemelerde söz konusu yörelerde göçer
arıcılık yapılmadığı ilçelerin dışarıdan gelecek olan
arıcılara da kapalı olduğu bildirilmiştir. Ayrıca arıcıların
dışarıdan ana arı satın almadığı, 20-30 yıllık
bir zaman diliminde atadan deden kalma kolonilerin
devamlılığını sağladıkları anlaşılmıştır. Burada
uzun yıllardır saf sürekli kendi içinde yetiştirme dışardan
göç almama ve dışarıya göç vermeme söz
konusudur. Yöre arılarının morfometrik karekterler
bakımından farklılığının da ortaya konulması burada
farklı bir ırk ya da ekotip gelişmiş olabileceğini
düşündürmektedir.
Moleküler teknikler bu kadar gelişmeden
önce yalnızca yukarıda belirttiğimiz nedenlere dayanarak
farklı bir ırk ya da ekotip tanımlamasının
yapılması FAO ve EAAP tarafından kabul görüyordu.
Ancak günümüzde ırk tanımlaması bir ırktan
gen frekansları bakımından farklılaşan populasyon
birimleri için yapılmaktadır. Tam bir ırk tanımlaması
için genotipi ve gen frekanslarının tanımlanması
gerekir. Ancak bu aşamada tür, ırk ve ekotip kavramlarının
çok iyi ayırt edilmesi gerekir.
Tür kavramı türler arasındaki gen akışının
azalması veya yok olması çiftleşmenin aynı türün
bireyleri arasında olmasına, farklı türler arasında
çifleşme eğiliminin olmamasına dayanmaktadır
(Mayr 1942, Berlocher 1998). Alt tür (Irk) kavramı
ise aynı tür içerisindeki çeşitliliğin coğrafik olarak
dağılımı ile ilgilidir. Bazı araştırıcılara göre ise

alt tür kavramı kalıtımla ilgilidir. Bu karşı görüşler
nedeniyle bu terimin sistematikteki geçerliliği ve
kullanımı hala sorgulanmaktadır (Wilson ve Brown
1953). Bu yüzden ırkların orijinlerine ilişkin sorular
populasyonun alt gruplar veya alt populasyonlar
haline gelirken gen frekanslarının nasıl farklılaştığı
ile cevaplanabilir. Gen frekansının değişimini
etkileyen faktörler göç, seleksiyon, izolasyon ve
mutasyondur. İzolasyon bu bağlamda önemli bir
amildir. Geçmişte coğrafik engeller nedeniyle izole
populasyonlar oluşmuştur. Bu denli fazla sayıda A.
mellifera ırkı (alt türünün)’nın oluşmasında buzul
çağındaki göçlerin ve coğrafik engeller nedeniyle
izole populasyonların oluşmasının önemli bir etkisi
olmuştur (Sheppard ve Smith 2000, Soysal 2004)
Bal arılarında tür altındaki sınıflama için
İngilizce karşılığı “subspecies” olan “alt tür” kavramı
kullanılmaktadır. Alt türün zooteknik anlamda
karşılığı “Irk” tır. Irk altındaki sınıflamalar için ise
“Ekotip” kavramı kullanılmaktadır. Zootekni’de
ekotip kavramı “soy” ya da “varyete” terimleri ile
ifade edilmektedir (Soysal 2004).
Ekotipler genom ya da gen frekansı bakımından
farklılık göstermeyebilir. Ancak morfometrik,
fizyolojik ve doğal yaşam koşullarına uyum
bakımından diğerlerinden farklılık gösterirler. Bunun
en güzel örneği Muğla arısıdır. Türkiye’deki arı
ırkları ile ilgili şimdiye kadar yapılan araştırmaların
hiçbirinde Muğla arılarının genetik farklılığından
söz edildiğine rastlanmamaktadır. Ancak Muğla
arısının üretim dönemini çam ağaçlarının çiçek
açma zamanına göre ayarlaması ve Muğla yöresinin
iklim şartlarına daha fazla uyum göstermesiyle
diğer arılardan farklılaşmıştır ve bu farklılığı uluslar
arası platformda kabul görmüştür.
Türkiye bal arısı ırklarının gen kaynağı olarak
korunmasına yönelik devlet politikası haline
gelmiş herhangi bir koruma projesine rastlanılmamıştır.
Türkiye bal arısı ırklarının gen kaynağı olarak
korunmasında en önemli aşama populasyonların
genetik yapılarının belirlenmesi ve farklı genetik
kompozisyona sahip ırk ya da ekotiplerin izole edilmiş
kamu veya özel işletmelerde saf olarak yetiştirilmesidir.
Kafkas arı ırkının tanımlanmasına ilişkin
olarak EK-1’de verilen tescil standardı geliştirilmiş
olup, “Yerli Hayvan Irk ve Hatlarının Tescili Hakkında
Tebliğ (No: 2004/39) 12 Aralık 2004 tarihli 25668
Sayılı Resmi Gazete, http://rega.basbakanlik.gov.tr/
Eskiler/2004/12/20041212.htm” de yayınlanmıştır.
Bu tescil standardının geliştirilmesinde morfolojik
özelliklere ilave olarak biyokimyasal ve moleküler
DNA markörlerinden de yararlanılmıştır. Kafkas
dışındaki arı ırkları (Anadolu ve Meda)’na yönelik
olarak yapılmış herhangi bir standarta rastlanılmamıştır.
Arıcılık Anadolu’nun en eski üretim etkinliklerinden
birisidir. Eskiden yalnızca aile ihtiyacını
karşılayacak balı üretmek için yapılan arıcılık günümüzde
ticari bir iş kolu haline gelmiştir. Arıcılığın
diğer tarımsal iş kollarına göre doğaya daha fazla
bağımlı bir faaliyet olduğu göz önünde tutulursa
Türkiye zengin florası ve bölgeden bölgeye değişen
iklim deseni nedenleriyle arıcılık için son derece
avantajlı bir konumdadır. Ayrıca Türkiye Dünyada
hiçbir yerde görülmeyen zengin arı çeşitliliğine
sahiptir. Ancak sahip olduğu avantajları çok iyi
kullanamamakta ve arıcılıktan beklenen fayda sağlanamamaktadır.
Koloni sayısı bakımından dünya
ülkeleri arasında 2. sırada yer alan Türkiye bal üretimi
bakımından 4. sırada, koloni başına bal verimi
bakımından yıllara göre değişmekle birlikte 2003
yılı itibariyle 9. sırada, bal dış satımı bakımından ise
daha gerilerde kalmaktadır (Anonymous, 2004).
Mevcut koşullarda Türkiye’nin arıcılık alanında hak
ettiği konuma ulaşabilmesi için en önemli silahı sahip
olduğu bu gen kaynaklarıdır (Soysal, 2004).


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

....

..............................