İnsanların arılarla ilk tanışmasından günümüze
kadar arıcılık sektörü yazılı veya yazılı olmayan
kurallarla sürdürülmüştür. Anadolu’ da Hititler
dönemine ait bulgularda arıcılık yasalarına
rastlanmış, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki
kanunnamelerde de arıcılıkla ilgili hükümler yer
almıştır. Arıcılık diğer hayvansal üretim alanları
içinde doğaya en fazla bağımlı olan ve üreticileri,
toptancıları, paketleme ve dağıtım firmalarını ve
ihracatçıları içeren büyük bir sektördür.
Bu nedenle
arıcılıkla ilgili etik kurallar düşünülürken tüm
sektörü içine alacak şekilde sürdürülebilirlik, karlılık
ve doğa kanunları temel alınmalıdır. Sürdürülebilir
bir arıcılık için diğer ülkelerdekine benzer olarak
hazırlanan etik kurallar üretim, çevreye duyarlılık,
kalıntı ve kimyasal bulaşma, balın doğal yapısının
bozulması (tağşiş edilmesi), hijyen, işleme ve
pazara hazırlama, dağıtım ve fiyatın belirlenmesi,
sözleşmelere ve kontratlara uyma, pazarlama
(sunuş) ve eğitim olmak üzere on konuyu
içermektedir (Wenning, 2001a). Sunulan etik
kurallar bir taslak olarak tartışmaya açılmıştır. Bu
taslak geliştirilerek sektördeki her kesimin kabul
edebileceği bir yapıya dönüştürülmelidir.
Üretim: Bal, arı sütü, polen, propolis, bal mumu,
arı zehiri gibi çok sayıda arı ürünleri bulunmakta ve
her birinin üretim süreci de farklılıklar
göstermektedir. Üretim sürecinde etik
uygulamalarla ilgili temel ilke “arıcının üretim
yaparken çevresindeki arıcılara zarar verecek
uygulamalardan kaçınmasıdır”. Üretim
sürecindeki en önemli konulardan birisi hastalık ve
zararlıların yayılmasını önlemektir. Bir arıcı hastalık
ve zararlılara ne kadar dikkat ederse etsin
çevresindeki arıcılar dikkat etmiyorsa önemli
sorunlar yaşayacaktır. Sınırlardan veya ithalat
yoluyla bulaşık arı ve ürünlerinin ülkeye girmesi,
gezginci arıcılık, koloniden koloniye arı geçişleri,
arıcıların dikkatsiz davranması gibi bir çok sebeple
arı hastalık ve zararlıları çok hızlı bir şekilde
yayılmaktadır. Bu hastalıklardan en tehlikelisi ve
yayılmacı olanı ihbarı mecburi olan “Amerikan
yavru çürüklüğü” hastalığıdır. Yavru çürüklüğü
hastalığına karşı kullanılan antibiyotiklerin koruma
amaçlı ve sürekli kullanılması bir taraftan kalıntı
sorununa yol açarken diğer taraftan antibiyotiğe
karşı direncin oluşmasına yol açmaktadır.
Kovanların başka alanlara taşınmasından önce
düzenli incelenmesi ve gerekli önlemlerin alınması
hastalıkların yayılmasını önlemeye yardımcı
olacaktır. Son yıllarda çok farklı yollarla hatta farklı
kıtalardan bile kontrolsüz ana arı ve arı ürünleri
ülkemize sokulmaktadır. Bu uygulama ülkede hiç
görülmeyen bazı hastalıkların da yayılmasına yol
açacaktır. Ülkedeki bütün kovanlar varroa akarı ile
bulaşık durumdadır. Arıcılar akarı ekonomik olarak
zarar vermeyecek düzeyde tutmak için ruhsatlı
veya ruhsatsız pestisitleri yoğun olarak
kullanmaktadırlar. Direnci azaltmak ve daha etkin
mücadele yapmak için uygun zamanlarda ve
ruhsatlı olan ilaçlar dönüşümlü olarak
kullanılmalıdır. Arıcılar arasında üretimle ilgili diğer
bir sorun da arılık yerlerinin belirlenmesinde
yaşanmaktadır. Bir arıcı arılık yerini diğer arıcıya
çok yakın bir yerde seçerse hem hastalıkların
yayılması ve oğul karışıklığı gibi sorunlar
yaşanacak hem de aynı alandaki nektar kaynakları
kullanılacağı için verimlilik düşecektir. Arılıklar
arasında en az 3 km mesafenin bulunması ve bir
arılıkta 100 den fazla koloninin bulunmaması
önerilse bile pratikte bu kurala fazla
uyulmamaktadır (Genç, 1993). Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı’ nın il, ilçe ve köy bazında flora
haritalarının çıkarılmasına ilişkin çalışmaları umut
vericidir. Arıcıların konaklayacakları her alan için
optimum koloni sayılarının ve dağılımının
belirlenerek uygulamaya konulması gerekmektedir.
Arıcılar arasında yaşanan sorunlardan birisi de
çıkan oğulların sahipliğidir. Bal arıları bir ölçüye
kadar yabani bir hayvan olarak
değerlendirilmektedir. Normal koşullarda oğul
bulana aittir. Roma kanunlarında da bu konudan
bahsedilmiştir. Bu kanunlara göre kovanınızdan
çıkan bir oğul onu gördüğünüz, kolaylıkla takip
ettiğiniz sürece size aittir. Oğulun kovana aktarana
kadar sahibi yoktur. Eğer başka birisi oğulu kovana
alırsa oğul onun malı olur (Park, 1990). Arılıklar
arasında yeterli mesafe olduğu takdirde oğulların
karışması da en az düzeye inecektir.
Çevreye saygı: Arılar bulundukları alanlarda
insanlar ve diğer evcil hayvanlar için bir dert, sorun
oluşturabilir. Arı zehrine karşı alerjisi olan insanlar
için arılar öldürücü bir tehdittir. Çok sayıda evcil
hayvanın da arı sokması sonucu öldüğü
bilinmektedir. Bu nedenle arılık yerleri seçilirken
yerleşim alanlarından uzakta olmasına dikkat
edilmelidir. Arılıkta çalışmalar mümkün olduğu
kadar kısa zaman diliminde körük kullanılarak
yapılmalıdır. Oğula çıkan arı sakin olmasına karşın,
yerleşim alanları etrafına konduğu zaman çevrede
panik yaratabilmektedir. Bu nedenle oğulu önleyen
uygulamalar hem teknik arıcılık için hem de çevre
için daha uygundur. Arıların temizlik uçuşları
sırasında bıraktıkları dışkılar çamaşırları, arabaları
ve binaları lekelemektedir. Bu sorunlar yerleşim
yerlerinin yakınlarına arı kovanlarının konmaması
ile önlenebilir. Arılık çevresinde yeterli ve sürekli bir
su kaynağı bulunmuyorsa arılar çevredeki
çeşmeler, musluklar ve yüzme havuzları gibi su
kaynaklarının etrafında soruna yol açarlar. Belirli bir
su kaynağına alışan arıları başka bir kaynağa
yönlendirmek de kolay değildir. Bu nedenle arılık
yerleri seçilirken çevreye zarar vermeyecek şekilde
uygun su kaynakları da düşünülmelidir. Arıcı bal
arısı yetiştiriciliği ile ilgili hangi eylemde
bulunursa bulunsun insanlara, hayvanlara,
çevresine zarar vermemeli bu konuda gerekli
önlemleri almalıdır.
Kalıntı ve kimyasal bulaşma: Arı hastalık ve
zararlıları ile mücadele etmek için pestisit ve
antibiyotik kullanımı arı ürünlerinde kalıntı
sorununu gündeme getirmiştir. Bir çok ülkede
arıcılıkta kullanılan ilaçların arı ürünlerinde özellikle
balda maksimum kalıntı miktarları belirlenmiştir.
Türkiye’ de ruhsatlı ilaçların yanı sıra ruhsatsız çok
sayıda pestisit kontrolsüz bir şekilde
kullanılmaktadır. Hastalıklara karşı mücadelede
yasal antibiyotik ve pestisitlerin kullanılmasında bile
çok uzun süreli uygulama, doz aşımı, nektar akımı
döneminde uygulama (uygulamadan hemen sonra
bal hasadı) gibi işlemler sonucunda insanların
tüketimine sunulan balda arzu edilmeyen
bulaşmalar olmaktadır. Ayrıca ülkemizde peteklerin
korunması için naftalin uygulaması da balda
istenmeyen kalıntıya yol açmaktadır. Balın bu
şekilde bulaşması saf, doğal ürün özelliğinin
kaybolmasına ve tüketicilerin ilgisinin azalmasına
yol açmaktadır. Balda yaşanan kalıntı sorunu balın
ihracını da güçleştirmektedir. Arıcılar bütün arı
ürünlerinin doğal yapısını korumalıdırlar. Arıcı
yasal ve uygun olmayan pestisit ve antibiyotik
kullanımı ile kalıntı içeren bal ve diğer arı
ürünlerini üretmemelidir.
Balın doğal yapısının bozulması (tağşiş
edilmesi): Bal arılarının beslenmesi amacıyla
şeker şurubu veya şekerle yapılmış ek besinlerin
verilmesi teknik arıcılıkta önerilen bir uygulamadır.
Erken ilkbaharda ve bal hasadından sonra arıları
kışa hazırlamak amacıyla ek besin verilmektedir.
Ancak son yıllarda birçok arıcı kar amacıyla bal
üretim mevsiminde şeker şurubu, ticari glikoz,
nişasta içeren ürünler gibi ürünleri arılara yoğun
olarak verip bal üretmektedir. Bu şekilde üretilen
balların tespiti çok özel analizleri gerektirmektedir.
Bazı kişiler bala ticari glikoz karıştırmakta, bazıları
da hiç bal kullanmadan sanayi ürünü şekerli
maddelere aromatik maddeler katarak bal adı
altında satmaktadırlar. Şeker şurubu veya ticari
glikozla karışmış ürünlerin etiketinde karışım
olduğu belirtilerek pazarlanmasında bir sakınca
bulunmamaktadır. Ancak bir ürün bal olarak
adlandırılıyor ve satılıyorsa tamamen bal arıları
tarafından üretilmesi gereklidir. Balın bu şekilde
doğal yapısının bozulması ve karıştırılması (tağşiş
edilmesi) ihracatta da önemli sorunlara yol
açmaktadır. Ayrıca tüketiciler bütün ballara şüphe
ile bakmakta ve bu yüzden balın saf, doğal imajı
bozulmaktadır. Arıcı insan tüketimi amacıyla
doğal bir ürün olarak bal satıyorsa bu balı saf
olarak üretmeli, tağşiş etmemelidir.
Hijyen: Arı ürünleri özellikle bal, yetiştiriciliğin
doğası gereği arazide üretilmektedir. Son yıllarda
bal işleme ve paketleme konularında faaliyet
gösteren modern büyük işletmeler kurulmasına
karşın Türkiye’ de üretilen balın önemli bir bölümü
de arıcılar tarafından paketlenip satılmaktadır.
Uygun arılık yeri, arıcıların bilgi ve deneyimi,
depolama ve saklama koşulları ile modern araç ve
gereçler bal hijyenini etkileyen etmenlerdir
(Yurtsever ve Sorkun 2003). Üretilen balların
tamamına yakını kovanların bulunduğu arılıklarda
arıcılar tarafından hasat edilmekte ve
süzülmektedir. Gelişmiş ülkelerde bal süzme evleri
olmasına karşın gezginci arıcılığın yaygın olduğu
ülkemizde ballar bal süzme çadırlarında
yapılmaktadır. Süzme makineleri, bal kazanları, sır
açma tankları paslanmaz çelikten veya galvanizli
saçtan yapılmalıdır. Arıcı balın hasadı, işlenmesi
ve paketlenme sürecinde hijyene ve sağlık
kurallarına dikkat etmelidir.
Pazara hazırlama, işleme: Bal temiz bir ortamda
uygun şekilde hasat edildikten sonra filtre edilmeli
ve dinlendirme tanklarında dinlendirilerek, hava
kabarcıkları ve köpükten ari bir şekilde temiz
kaplara doldurulmalıdır (Wenning, 2001b). Hasat
edilecek peteklerin en az 2/3’ ü sırlanmış olmalıdır.
Sırlanmamış çerçevelerde balın içerdiği su miktarı
fazla olduğu için balın fermente olması
hızlanmaktadır. Ballar, kristalleşmeyi önlemek için
bal tebliğinde belirtilen sıcaklık ve sürelere uygun
şekilde ısıtılmalıdır. Bazı üretici ve dağıtıcıların balı
daha yüksek derecelerde ısıttığı bilinmektedir.
Balın uygun olmayan şekilde ve yüksek sıcaklıkta
ısıtılması enzimlerin kaybına yol açmakta, aroması
bozulmakta ve HMF içeriğinin artmasına yol
açmaktadır. Tüketime sunulan ballar yasa ve
yönetmenliklere uygun şekilde etiketlenmelidir.
Arıcı olgunlaşmış ve filtre edilmiş balı
kavanozlamalı ve yasalara uygun şekilde balı ve
diğer arı ürünlerini etiketlemelidir.
Dağıtım ve fiyat oluşumu: Dünyada bal üretimi
bakımından ilk beş ülke arasına giren Türkiye’de
arıcılık örgütsüz ve dağınık bir yapıdadır. Hobi
amaçlı sadece kendi ihtiyacını karşılayan arıcılar,
arıcılığı bir yan gelir kaynağı olarak düşünen ve
yapan arıcılar ve profesyonel olarak arıcılığı
meslek edinmiş arıcılar bulunmaktadır. Bu nedenle
arıcılık sektörü büyük ölçüde kayıt dışıdır ve arı
ürünleri çok farklı şekillerde pazarlanmaktadır.
Satışa sunulan balların fiyatında büyük farklılıklar
bulunmaktadır. Balın kg fiyatı 5 ile 10 dolar
arasında değişmekte ve çok özel ballar astronomik
fiyatlarla satılmaktadır. Genel olarak küçük
ölçeklerde üretim yapanlar veya hobi amaçlı
üreticiler az bal ürettikleri için bu balları daha
yüksek fiyatlarla satmaktadırlar. Bal satışında en
büyük sorunu büyük üreticiler yaşamaktadır. Fiyat
oluşumunda üreticiler, toptancılar, balı işleyen ve
perakende olarak sunan firmalar ve ihracatçılar
arasında adil bir denge sağlanamamış, bal alınıp
satılırken maliyetler fiyata doğru yansıtılmamıştır.
Bal üretim sürecinde bütün riskleri ve maliyetin
önemli bir bölümünü üstlenen üreticiler toptancılar,
ihracatçılar ve büyük perakendeciler arasında
sıkışıp kalmışlardır. Fiyat oluşumunda söz sahibi
olamayan üreticiler bazı durumlarda maliyetine bile
bal satmaktadırlar. Sektör içinde çok az emek ve
masrafla abartılı kar elde edilmesi hem
sürdürülebilir arıcılık için olumsuz bir gelişme hem
de etik olmayan bir davranıştır. Arı ürünlerinin
fiyatı gerçek maliyetlere ilave edilecek makul bir
kar marjı ile belirlenmelidir.
Sözleşmelere ve kontratlara uyma: Arıcılıkla ilgili
ürünlerin ve hizmetlerin satışı yasal veya yasal
olmayan sözleşmeler ve beyanlarla
yürütülmektedir. Türkiye’ de tozlaşma amacıyla bal
arılarının kiralanması çok yaygın değildir.
Kolonilerin tozlaşma amacıyla kiralanmasında arıcı
olmayanların bilgisizliğinden faydalanılmamalıdır.
Koloni gücü, sayısı, yönetimi, ücretler vb.
konularda açık ve güvenilir bilgiler sunulmalıdır.
Türkiye’ de bu konuda yaşanan önemli bir sorun da
ana arı, koloni ve arıcılık malzemeleri satışında
beyan edilen özelliklere uyulmamasıdır. Satın
alınan damızlık ana arılar zaman zaman istenen
özelliklerde olmamakta, oğul satışında çiftleşmemiş
veya yaşlı ana arılar kullanılabilmekte, sağlıklı
olmayan koloniler satılabilmekte ve arılı ve yavrulu
çerçeve sayılarında öngörülen taahütlere
uyulmamaktadır. Kovan yapımı sırasında uygun
olmayan malzeme kullanılmakta, koloni ölçülerine
dikkat edilmemektedir. Arıcılıkla ilgili mal ve
hizmetlerin satışında öngörülen, beyan edilen
kurallara dürüst bir şekilde uyulmalıdır.
Pazarlama (sunuş): Arı ürünleri satılırken
özellikleri gereğinden fazla abartılmamalıdır.
Ülkemizde özellikle bazı ballar ve arı sütü, polen,
propolis gibi ürünler satılırken bir ilaç gibi
sunulmakta ve bir çok hastalığın tedavisinde
kullanılabileceği önerilmektedir. Belirsiz,
ispatlanmamış iddialardan kaçınılmalıdır. Arı
ürünlerinin bir çok yararı olduğu bilinmektedir. Bu
ürünler sağlıklı yaşama katkı yapan ürünler olarak
algılanmalıdır. Ana arı ve arı kolonisi üreticileri ve
satıcıları sattıkları ürünün niteliğini doğru bir şekilde
yansıtmalıdırlar. Arıcılar sattıkları ürünlerden
beslenme ve sağlık açısından yararlanılmasında
yanlış sunumlardan kaçınmalıdırlar.
Eğitim: Arıcılık sürekli gelişen teknik bilgi ve beceri
gerektiren bir uğraşıdır. Hem karlı hem de arıcılık
mesleğinin etik kurallarına uygun üretim yapmak
için eğitime ve bilgiye gereksinim duyulmaktadır.
Birlikler, dernekler, vakıflar, araştırma enstitüleri,
üniversitelere bağlı fakülteler, yüksek okullar ve
arıcılık merkezleri ve bu kurumlar tarafından
hazırlan paneller, kurslar ve dergilerle araştırma,
eğitim ve yayım hizmetleri sürdürülmektedir.
Özellikle meslek yüksek okullarının arıcılık
programlarında eğitimin kalitesi yükseltilerek
mezun olan öğrencilerin bu mesleğe
kazandırılması yararlı olacaktır. Araştırma
kurumları, ticari ölçeklerde arıcılık yapan arıcıların
sorunlarına yönelik projelerin yürütülmesi ve elde
edilen sonuçların uygulamaya aktarılması
konusunda daha etkin olmalıdırlar. Arıcılar
bölgesel, ulusal toplantılarla, kitap ve dergilerle
ve kurslarla bilgilerini artırmalı ve değişen
koşullara uyum sağlamalıdırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder