İnsanoğlu asırlardır arı ve arı ürünlerini
tedavi amacıyla kullanmaktadır. Günümüzde
ise apiterapi adı verilen bu yöntem ile
modern tıbba destek olduğu ve bilimsel
araştırmaların sonuçlarına dayandığından tıp
dünyasında genel kabul görmüştür. Ve hızlı
bir gelişme göstermektedir (Nisbet, 2010).
Bal arısı ürünlerinden özellikle bal, polen,
arı sütü, propolis, arı zehri ve arı ekmeği
bileşikleri insan ve hayvan sağlığında yaygın
olarak kullanılmaktadır.
Bal, arıların çiçekteki nektar veya
bitkiler üzerinde yaşayan bazı canlıların
ürettikleri salgılardan topladıkları ve
enzimatik olarak değişikliğe uğratıp
peteklere depoladıkları tatlı bir maddedir.
Doğada saf üretildiği şekliyle besleyici
değeri yüksek olan bal, değişik bileşiklerden
oluşan yaklaşık 180 madde içermektedir.
Saf balın en önemli bileşenlerini yaklaşık
%80 düzeyindeki monosakkaritler ( fruktoz,
galaktoz) ve disakkaritlerden oluşan şekerler
teşkil etmektedir, bunu yanısıra % 18-19’u
su, aminoasitler, vitaminler (biotin, nikotinik
asit, folik asit, pantotenik asit, piroksidin,
tiamin, vs.), enzimler (diyastaz, invertaz,
glikoz oksidaz ve katalaz) ve mineral madde
(potasyum, demir, magnezyum, fosfor, bakır
ve kalsiyum) içermektedir (Whıte, 1978;
Şahinler, 2001). Bal, içerdiği glukonik asit,
bütirik asit, asetik asit, formik asit, laktik
asit, süksinik asit, malik asit, sitrik ve okzalik
asitler gibi organik asitler nedeniyle ortalama
3,9 PH (3.4–6.1)’ya sahip olup, asidik bir
gıdadır (Özmen, 2006). Bal içeriği oldukça
değişkendir ve toplanan nektar botanik
kaynağına, mevsim, coğrafyaya ve toprak
verimliliğine, yağış ve diğer birçok çevresel
faktöre göre değişmektedir (Anklam, 1998;
Oddo, 2004; Güler, 2007; Nisbet, 2009;
Khalil, 2010). Bu nedenle arı ürünlerinin
kimyasal özellikleri çevre kalitesi ile doğrudan
ilişkilendirilmiştir (Staniskiene, 2006; Nisbet,
2009; Şahinler, 2004; Nisbet, 2009). Arılar
farklı tür çiçeklerden polenleri topladığı gibi bu
bitki bünyesinde bulunan kimyasal maddeleri
de bal içeriğine aktarmaktadırlar. Bu durum
balın şifalı etkisini de etkilemektedir, diğer bir
değişle tüm ballar tedavide aynı etkiye sahip
değildir(Nisbet, 2010). Balın tedavi edici
mekanizması (antioksidan, antibakteriyel
ve antiinflamatuar, antitümör) üzerine
pek çok çalışma yapılmıştır (Ahamed,
2007; Bogdanov, 1997). Özellikle bakteri
üzerine inhibe edici etkiye sahip olduğu
değişik çalışmalar ile ortaya konulmuştur
(Subrahmanyan, 2001; Bogdanov, 1997).
Bunu yanı sıra insan ve veteriner hekimliğinde
iyileşmeyen kontamine ve maddi kayıplı
yaraların tedavisinde önerilmiştir (Ghaderi,
2004., Nisbet,2010., Naemi,2008; Lusby,
2002;; Molan, 1999). Balın yarayı iyileştirme
mekanizması; yangısal ödemin azaltılması,
yara bölgesine makrofajların çekilmesi
ve buna bağlı yaranın temizlenmesi, ölü
dokuların atılımının hızlandırılması, lokal
olarak hücresel enerji kaynağı sağlanması,
sağlıklı granülasyon dokusu oluşturması
ve yara üzerindeki protein tabakasını
koruyucu bir etkisinin olması şeklindedir
(Çelimli, 2004; Subrahmanyam, 1999;).
Balın antimikrobiyal etkisinin, sahip olduğu
yüksek ozmolarite, düşük rutubet, düşük
PH ve glukoz oksidaz aracılığı ile enzimatik
olarak üretilen hidrojen peroksit (H2O2)
ve flavonoidler ve fenolik asitten gibi bazı
kimyasal madde içermesine bağlı olduğu
bildirilmektedir (Whıte, 1966; Chırıfe,
1982; Molan, 2000; Nisbet 2010). Ayrıca
içeriğinde benzilalkol, 1,4-dihidroksibenzen,
terpenler ve 2-hidroksibenzoikasit gibi
maddelerin varlığı, düşük protein içeriği ve
düşük redoks potansiyeline sahip olması
da balın antimikrobiyal özelliğine katkıda
bulunmaktadır. Balın anti bakteriyel özelliği
yanı sıra korneal ödem rahatsızlıklarına iyi
geldigi bildirilmiştir (Mansour, 2002). Balları
antitümor ajan olarak da kullanılmıştır (Gribel,
1990;Biswal, 2003). Balda yüksek seviyede
antioksidan mevcuttur ve vücudu üretilen
oksijen radikallerinden korurlar. Bu yüzden
organizma metabolizması ürünü olarak
oluşan serbest radikallere karşı günlük olarak
antioksidan besinlerin alınması son derece
önemli ve gereklidir. Ballar içerdikleri çeşitli
fitokimyasallar (vitaminler, enzimler, organik
asitler vs) nedeniyle doğal bir antioksidan
kaynağıdırlar.( kesic, 2009; Frankel, 1998).
Balların ayrıca antioksidan kaynağı olarak glukoz
oksidaz, fenolik asitler, flavonoidler, askorbik asitler ve
karotinoidler bildirilmiştir (Khalil, 2010; Mamary, 2002).
Antioksidanlar çeşitli kanser hastalıklarına, kalp-damar
hastalıklarına, sindirim sistemi hastalıklarına, inflamatuar
hastalıklarına ve nörolojik dejeneratif hastalıklarına karşı
kullanılmıştır (Khalil, 2010; Kesic, 2009; Molan 2000;
Kasianenko, 2002).
Propolis bal arıları tarafından çeşitli bitkilerin
yaprak, kozalak, kabuk, tomurcuk ve filizlerinden
toplanan, reçineli ve mum kıvamında olan bir
maddedir. Arılar bu maddeyi kovanın delik ve
çatlaklarını kapatmada, peteklerinin tamirinde, çeşitli arı
hastalıklarından koloninin korunmasında, petek gözlerinin
dezenfeksiyonunu ve kovana giren yabancı materyallerin
etkisiz hale getirilmesinde kullanılmaktadırlar (Kumova,
2002). Propolisin, flavonoidler, hidroksiflavononlar,
fenolik asit ve esterleri, terpenoidler, steroidler, benzoik
asit ve türevleri, sinamik asit ve türevleri, kafeik asit,
apigenin, alifatik ve terpen hidrokarbonlar, aminoasitler,
mineralleri, hetero aromatik bileşikleri ve inorganik
bileşikler gibi 20 den fazla çeşitli kimyasal bileşikler
içerdiği belirtilmiştir (Lotfy, 2006; Parolia, 2011; Kumova,
2002). Propolisin bu karmaşık kimyasal yapısı toplandığı
bölgenin bitkisel desenine göre değişmektedir. İçerdiği
bu yapı propolise kuvvetli antioksidan, anti viral ve anti
bakteriyel özellik kazandırmaktadır (Lotfy, 2006; Parolia,
2011; Kumova,2002). Antimikrobiyal ve antiinfalamatuar
aktivitesi (Sicili,2005; parolia, 2011; Gardjeva,2007),
antifungal (Isla,2012; Gardjeva,2007; Martines,2002;
Ozcan,2004), antiviral (Ito,2001;Amoros,1992),
antiülser (Barros,2008,lemos,2007), antitümör
(Lotfy,2006;Liao,2003; Luo,2001;Kimoto,200;
Teerasripreecha, 2012; Borges, 2011) gibi biyolojik
yapılar üzerine propolisin etkisi konusunda pek çok
çalışma mevcuttur.
Arı sütü larva ve ana arının beslemek için işçi
arıların hypofarangial ve mandibuler bezlerinde üretilen
bir maddedir (Hashimoto,2005).Arı sütünün yaklaşık
%12-15 protein,7.3 mg/g, amino asitler (metionin, lösin,
lizin, valin, fenil-alanin, treonin,triptofan, izolösin), panteik
asit , asetilkolin,10-HDA (10-Hydroxy-2 Decanoic Acid),
sepanin asit, %10-12 karbonhidrat, %3-7 lipid, vitaminler
ve çeşitli mineral madde içermektedir (Guo, 2007).
Arı sütü sahip olduğu yüksek bileşikli içeriği nedeniyle
birçok farmakolojik aktiviteye sahiptir. Bu nedenle pek
çok biyolojik aktivite gösterdiği bildirilmiştir. Yapılan
çalışmalarda arı sütünün; nörogenik aktivitesi (Zamanı,
2012; Hashimoto, 2005; morita, 2012), anti tümör (Ka
radeniz,2011;Tamura,1987;Izuta, 2009), antimikrobiyel
(Tseng, 2011; Boukraa, 2009),antihypertensive
(Tokunaga, 2004; Takaki-Doi, 2009) aktivite, kan
kolesterolü ve şeker düzenliyeci (Guo, 2007; Münstedt,
2009) ve anti-inflammatuar etki (Kohno, 2004; Yanagita,
2011), antioxidan (Nakajima, 2009; Silici, 2010;
Cemek, 2010), immunmodulator (Okamoto,
2003;şimşek, 2009; Gasic,2007; Sugiyama,
2012) ve östrojenik (Suzuki,2006) aktivite gösterdiği
bildirilmiştir.
Arı zehri işçi arıların zehir bezlerinde sentezlenip
depolandığı bir maddedir. Komponentlerden hiyaluronidaz
ve fosfolipaz, asit fosfomonoesteraz, glukozidaz,
fosfolipaz enzimleri, histamin, dopamin, noradrenalin,
fosfolipidler, şekerler, amino asitler gibi maddeler
içermektedir (Nisbet,2010; Kang2002). Bu kimyasal
içeriği apiterapide yaygın olarak kullanılmaktadır. Arı
sütünün özellikle immunoterapide (Seppala, 2012),
Karciğer hastalıkların tedavisinde (Park, 2010),
antitümör (Huh, 2010;Son, 2007; Jang, 2003; Moon,
2007), anti inflamatuar (Kwon,2001; Baek, 2006;Moon,
2007), etkisi, artrit tedavisi (Nisbet, 2010; Lee, 2005;
Kang, 2002) ve analjezik (Kim, 2005; Lee, 2004) gibi
biyolojik aktiviteleri üzerine yapılan araştırmalar ön plana
çıkmaktadır.
Polen çiçekli bitkilerin erkek üreme materyalidir.
Değişik renklerde bulunan polen arılar tarafından kovanın
gıda ihtiyacını karşılamak için toplanmaktadır. Bitkiden
bitkiye değişen bileşim yaklaşık %10-15 su, % 20 protein,
,% 30-60 Karbonhidrat, amino asitler, % 6 yağ asitleri
(39% linolenic, 20% palmitic and 13% linoleic acids;),
flavonoid, Karotenoidler , terpenler, 12 den fazla vitamin,
mineral ve 10 den fazla enzime sahiptir (Ishikawa, 2009;
Maruyama, 2010 Quian,2008; Attia,2011). Arı poleni
gıda maddesi olarak kullanılmasının yanı sıra bin yıldır
geleneksel tedavide de kullanılmıştır. Günümüzde de
geleneksel tıp alanında kullanılmaya devam edilmektedir.
Polen taşıdığı flavonoid nedeniyle anti inflamatuar
(Shoskes, 2002., Maruyama, 2010), mast hücrelerin
aktivitesini inhibe ederek antialerjik etkiye sahip olduğu
(Ishikawa, 2009; Kempuraj, 2005), immunomodulator
etki (bogdavov, 1994; Wang, 2005), ovaryum hormon
fonksiyon düzenleyicisi( Kloesartova, 2012) büyüme ve
gelişme performans artırıcı (Attia, 2011; Turner, 2006),
antioksidan etki (Leja, 2007; Saric, 2009),sindirim
sistemi gelişimi ve fonksiyon sağlayıcısı (Wang, 2007;
Bovera, 2009), anti kanser( Wu, 2007; Yang, 2006),
anti fungal (Ozcan, 2004),anti ageing (Liu,1990) etkisi
olduğu, yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur.
Arı ve arı ürünlerinin kullanımı tıp ve veteriner
hekimliği dışında diş hekimliğinde de kullanılmaktadır.
Özellikle ağız ve diş eti enfeksyonlarına karşı ve
dentin hassasiyetinin giderilmesine yönelik pek çok
çalışma mevcuttur. Sonuçlar bu ürünlerin periodontal
hastalıklara, ağrının azaltılmasına, ağız ülserleri gibi bazı
ağız problemlerine iyi geldiği göstermektedir(Yılmaz,
2009; Sonmez, 2005; Ozan,2007; Martines, 2002;
Yanagita,2011; Toker, 2008) .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder